Feyezan – FAP’da kişisel sergi / Overflow – Solo show at Ferda Art Platform
Curator: Necmi Sönmez / Exhibition design: Kerem Piker / Exhibition - installation photography: Murat Germen
Read the concept textMurat Germen – “Feyezan”
10.09.2020 – 10.10.2020
Murat Germen’in, 10.09.2020-10.10.2020 tarihleri arasında Feyezan/Overflow adlı sergisi Ferda Art Platform’da izlenebilecek. Sanatçının, ilk defa üç farklı medyumda işlerini bir arada sunacağı sergide “Başka Tas Başka Hamam”, “Düşünce Heykelleri” ve “Beraberlik Manzaraları” adlı serilere ve bir video işine yer veriliyor. İçinden geçtiğimiz pandemi süresince deneyimlediğimiz ‘şimdiki zamanın’ bireyler üzerindeki çelişkili etkilerini sorgulayan bu seriler hem farklı bir görselliğin kapılarını aralıyor, hem de günümüzün politik manzaraları karşısında sanatçının sözünü sakınmadan geliştirdiği reflekslerini içeriyor. İzleyicileri alışılagelmiş bir fotoğraf sergisinden farklı olarak Kerem Piker tarafından, fotoğrafı bir mekânın kurucu öğesi yapma sorgusuyla hazırlanmış bir sergi tasarımı karşılıyor. Küratörlüğünü Necmi Sönmez’in üstlendiği Feyezan, Germen’in günümüz insanının gerçeklik algısını yorumladığı işleri bir arada sunuyor.
Serginin girişinde izleyicileri karşılayan 1170 adet fotoğraftan oluşan “Beraberlik Manzaraları” serisi, sosyal ve fiziksel mesafelerle yaşadığımız bu zamandan uzaklaşarak yüzlerce kişinin dil, din, ırk, cinsiyet, kimlik ve yönelim fark etmeksizin bir arada olabildiği bir ideali sunuyor. Bu serinin etrafını çevreleyen “Başka Tas Başka Hamam” serisi iş dünyasına bir eleştiri olarak sunuluyor. Salgın boyunca görsellerine alıştığımız virüs biçimini dönüştüren “Dünya dönüyor sen ne dersen de!” adlı 2 dakikalık tek kanal video ise salgına neden olan gözle görülemeyen varoluş biçiminin temsili üzerinden kürenin merkezine inmeyi amaçlıyor. Son olarak sanatçının ilk heykel işleri olan “Düşünce Heykelleri” sanatçının deyimiyle ‘’ küresel ölçekte egemen şebeke örgüsü ve bu örgünün bireyselleşme üzerinden direttiği sosyal mesafe’’ algısını temsil ediyor.
Murat Germen’in Feyezan/Overflow adlı sergisi “eski ve yeni normal” arasında sıkışmış olan günlük hayatın ne kadar sürdürülebilir olduğunu sorguluyor. Sergi bu anlamda kaçınılmaz sosyal sıkıntıların görsel imgelerle gündeme getirilerek tartışılmaya çalışıldığı “açık uçlu” bir karaktere sahip. Sanatçının üç farklı medyumla ortak bir eleştiriyi izleyiciye sunduğu sergi, pandemi dönemi yaşam gerçeklerinin de hafızası olarak bir araya geliyor.
—————————
Murat Germen – “Overflow”
10.09.2020 – 10.10.2020
Murat Germen’s solo exhibition, Overflow can be seen at Ferda Art Platform between 10.09.2020- 10.10.2020. Overflow will consist of three series of works titled ‘’Business as Unusual’’, ‘’Humanscapes of Solidarity’’, ‘’Sculpting Reflection’’ and a video piece, that encompass three different mediums. These series question the “present time” that humankind has experienced throughout the course of the virus while also surveying the bold outlook of the artist towards the current political climate. Unlike a cut and dry method of exhibition, the viewers are welcomed with an exhibition design by architect Kerem Piker that questions the capacities of a photograph’s imperial role to become the establishing factor of space. Overflow, that is curated by Necmi Sönmez, presents a union of works that interpret the modern understanding of reality.
The series “Humanscapes of Solidarity” consists of 1170 different images that welcome the viewer into the exhibition without distinguishing between language, race, skin colour, gender, sexual orientation or age to show an ideal way of existence. ’Business as Unusual’’ that surrounds this series is presented as a form of criticism towards the power structures of business world. Germen’s “World spins no matter what!” titled single channel video work, aims to transform the visual representation of the virus into a form of question that highlights the underlying source of its existence. Finally, the “Sculpting Reflection’’ series represent “the imposed means of social distance through individualization by the globally dominant networks.”
Murat Germen’s exhibition Overflow, questions the possibility of sustainability of the daily life that is stuck between “the old and the new normal. In this sense, the exhibition has an unbounded character where inevitable social problems are surfaced and presented through visual imagery. The exhibition, in which the artist presents a common criticism with three different mediums, unites as a memory of the realities of life in the pandemic period.
—————————
Sanatçının kavram metni
Feyezan – Murat Germen, 2020
“Fiziksel mesafe” diyemediler de “sosyal mesafe” buyurdular dünyayı yönetenler, çünkü istedikleri bu! Birleşmeyelim, hep ayrılalım, ayrışalım; fikir ve dava birliği içinde olmayalım! Ne kadar çok alt grup bölünmesi olursa o kadar iyi, onları birbirine çatarsın; onlar birbirini yerken keyfine bakarsın! İnsanları bedenen birbirinden ayırarak bir çok şeyi çevrimiçi ortama yığıyorlar ki insanların kişisel ve mahrem verilerini daha kolay toplayabilsinler; eğilim araştırması adı altında eğilim belirlesinler ve bize istedikleri yaşam formlarını dikte edebilsinler. Onların dayattıklarını tükettikçe tükenelim, biz tükendikçe onlar bizi ticari tıp marifetiyle tekrar tüketmek üzere diriltsinler: Zamane pilleri gibi; tüket, şarj et, tüket, şarj et, tüket, şarj et, TÜKET!
Bu sergiyi oluşturan seriler arasında yer alan “Başka tas başka hamam,” kendinden başkasını gözü görmeyen ve dünyayı yöneten şebekenin kalbi olan iş dünyasına görsel bir hiciv olarak ortaya çıktı. Kendini bile tüketen kapitalizmin salgınla iyice yerinden oynayan temelleri, devamlı düşen performans grafikleri, batan ve kurtarılan şirketler, fiziki karşılığı olmayan likit servetler, içleri doldurulamayan lüzumundan büyük gökdelen ofislerine dokunan bir görsellik söz konusu. “Dünya dönüyor sen ne dersen de!” adlı 2 dakikalık tek kanal video çalışmasıysa, salgına neden olan gözle görülemeyen varoluş biçiminin temsili üzerinden kürenin merkezine inmeye çalışıyor.
Düşünce heykellerinin odaklandığı iki ana konu ise küresel ölçekte egemen şebeke örgüsü ve bu örgünün bireyselleşme üzerinden direttiği sosyal mesafe. Heykeller bir yandan, bildik örgü sistemlerine uymayan devingen çatkılarla şebekenin çöküşünü temenni ve temsil ederken; diğer yandan hapsolma, tecrit, izolasyon, mesafe kavramları çerçevesinde kendine yetme ve müştereklerde buluşma dengelerini gözetmeye çabalıyor.
Serginin merkezine oturan ve mesafeye karşı duran “Beraberlik manzaraları” serisinin meselesini ise kıymetli Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den alıntı ifşa ediyor: “Gel, gel, ne olursan ol yine gel, … Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, … Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! …”
—————————
Artist’s statement
Overflow – Murat Germen, 2020
Those who rule the world couldn’t say “physical distance” but they instead stated “social distance” as this is what they desire! They don’t want us to unite; but part ways with no solidarity in idea and cause. The more break ups there are within the society the better; divide, sow discord, watch the battle and secure your régime. They shift almost everything towards online environments by physically separating people from each other, so that they can collect personal and private data more easily, set trends under the name of trend research, dictate life forms. Let us run out as we consume their impositions, and as we run out, let them resurrect us through commercial medicine to consume again; like batteries of today: Consume, recharge, consume, recharge, consume, recharge, CONSUME!
Among the series that make up this exhibition, “Business as Unusual” emerged as a visual satire for the self-centered business world, which is the heart of the network that rules the world. The foundations of capitalism -which depletes even itself- dislodged by the epidemic, constantly falling performance graphics, companies that sink and get rescued, liquid fortunes without physical counterparts, exceedingly outsized yet vacant skyscraper offices are sarcastically visualized. The 2-minute video titled “World spins no matter what!” tries to land on the center of the globe through portrayal of an invisible existence form that caused the pandemic.
The two main issues that the ‘reflexion sculptures’ focus on, are the globally dominant networks and the social distance that this grid insists on. On one hand, the sculptures wish and represent the collapse of the grid through dynamic frames that do not conform to the usual patterns. On the other hand, they try to maintain the balance of self-sufficiency and collectivity within the framework of the concepts of confinement, isolation and distance.
A quote from the precious Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Jelaluddin Rumi) reveals the issue of the “Humanscapes of Solidarity” series, which is located at the core of the exhibition and defies distance: “Come, come, whoever you are, … Ours is not a lodge of despair, … Appear as you are, be as you appear! …”
—————————
Yeni Düzene Doğru: Murat Germen’in Feyezan Sergisi
Oktay Orhun Ferda Art Platform’da açılan Murat Germen sergisini değerlendiriyor

Bu metin, Ferda Art Platform’daki Murat Germen’in Feyezan sergisini kritik etme arzusunda ve hâliyle benzer maksatlarla yazılan her metinde olduğu gibi bir dizi handikapla boğuşmak durumunda kalıyor.
Bunlardan ilki serginin geçiciliğiyle metnin kalıcılığı arasındaki çelişki. Sözgelimi elimizdeki örnekte 10 Ekim’e (2020) kadar gezilebilecek etkileyici bir sergi var. Hâlbuki sergi karşısında metin, muhtemelen çok daha uzun ömürlü olacak. Böyle bir durumda metnin eserlere ve bir bütün olarak sergiye haksızlık etme olasılığı oldukça fazla. Yazar dikkat kesilmeli! İkinci belirgin çelişki serginin, izleyici tarafından bir bütün olarak algılanması karşısında eserlerin tek başınalıklarının çoğunlukla göz ardı edilmesi. Gelgelelim onların bir kısmının kendi hayatları olacak, bu eserler farklı mecralarda başka başka şekillerde sergilenecek, koleksiyonlara girecek, bir kısmı sanat tarihimizde –umarım– sabitlenecek.
O hâlde eserlerin tekillikleri bağlamında da değerlendirmelerde bulunulmalı mı? Onların biricik var oluşları üzerine galeri mekânından, serginin içinde devindiği tarihsel/toplumsal koşullardan bağımsız bir yorum yapılmalı mı? Dahası bu mümkün mü? Tüm sergi eleştirilerinde belirebilecek bu önemli soruları bazı başka meselelerle birlikte ileriki yazılara havale edelim ve şimdilik sadece Feyezan’a odaklanalım. Çünkü bu sergi tüm dikkatimizi hak ediyor, eli yükseltelim: Bu sergiye odaklandıkça kendimize odaklanma, onu düzeltme fırsatı buluyoruz.
Ama öncelikle, Feyezan ne demek? Bu sorunun dillendirilebileceği sanırım galerinin aklına gelmiş zira basın bülteninin Türkçesinde sergi adı Feyezan/Overflow şeklinde yer alıyor; oysa İngilizcesinde sadece Overflow tercih edilmiş. Sergiyi gezen “sayın Türkçe bilen arkadaşların” ‘Feyezan’dan çıkaramazlarsa (varsayılmış) kültürel sermayelerini kullanarak ‘Overflow’dan manayı çözümlemeleri arzu ediliyor olmalı. Oysa bu yaklaşım Murat Germen’in eserlerindeki arzusuyla taban tabana zıt. Doğrusu, daha baştan böylesi bir detaya odaklanmak işgüzarlık olarak görülebilir ama “bütün parçaların toplamından daha fazla” bir şey olduğuna göre böylesi detaylarla uğraşarak bütüne müdahale etmek ancak mümkün olabilir inancındayım, tıpkı Germen gibi… Dahası itiraf etmeliyim ki ne Türkçe ne de İngilizce isim beni tam olarak ikna ediyor. Belki serginin gönlümdeki ismini işbu metinde çıkarsarım, kim bilir…
Karşımızda oldukça etkili bir iş birliği var. Sanatçı Murat Germen, serginin küratörü Necmi Sönmez, sergi tasarımını gerçekleştiren Kerem Piker ve Ferda Art Platform’un kurucusu Ferda Dedeoğlu… (İzleyici/Okur buradaki mimar çokluğuna dikkat etsin ve metnin ilerleyen kısmındaki mimari açıklamalara müsamaha göstersin.) Belli ki bu sergi özelinde sürdürülen müzakereler olabilecek en verimli sonucu doğurmuş. Ne var ki bu, eleştiriyi kapatan bir sonuç: Çünkü insanın aklına övgüleri sıralamak dışında doğrusu pek bir şey gelmiyor. Dahası kişiyi endişe salıyor; sergi tasarımını övsek çalışmaların kendisine haksızlık yapacakmışız, çalışmalardan dem vursak küratoryal etkiyi yok sayacakmışız, küratörü ön plana çıkarsak içinde bulunduğumuz bedbin ekonomik atmosferde tüm bu maliyete göğüs geren mekanı unutacakmışız gibi… Bu denge doğrusu az yakalanır bir başarı, takdir etmek lazım.
Nihayetinde video çalışmasını dışarda bıraktığımızda karşımızda üç grup eser var. Bunlardan ilki, belli bir hacimle galeri içinde sıkıştırılmış ayrı bir mekan üreten, tersine çevrilmiş strüktürel hafiflikle izleyiciyi çağıran ve doğrusu yönlendiren Beraberlik Manzaraları serisi. Çok geniş açılı bir lens kullanarak sanırım tümü bel hizasından çekilmiş binin üzerinde insan fotoğrafından ve izleyiciye de o ‘büyük insanlık’ın birer parçası olduğunu hatırlatan aynı ebatta (yani baskıyı taşıyan pleksiler gibi 11x37cm boyutunda) hazırlanıp bütüne eklemlenmiş aynalardan oluşan bu dizi, Murat Germen’in mimarlık ve kent etiketinden sıyrılma gayreti olarak yorumlanabilir; ama kendisine kaçış yok gibi: Kerem Piker’in tasarımıyla insan odaklı bu seri, bu sefer de kendi başına müstakil mimari tasarım hâline bürünmüş. Yine de resmedilen sosyo-politik uzamsal kesit çokluğunun böylesi bir tasarımsal bütünde kendini belirgin bir akış içinde sabitlemesi ve izleyiciye şu mesajı hatırlatması mühim: De te fabula narratur! [1]

İkinci seri, Necmi Sönmez’in verdiği isimle Düşünce Heykelleri. Maket ile heykel arasında salınan serbest çalışmalar bunlar… Tam da bu serbestiyet onları mühim kılıyor. Bu çalışmalarda mimari görgü ile eldeki maharete ve zihindeki hünere dayalı meditatif kendiliğindenlik doğru bir denge tutturmuş. Yine de yer yer fotografik bakışın belirleyiciliğini seziyoruz. İki boyutlu bir yüzeye yakınsama veyahut da işlerin bazılarında özellikle aynaların kullanımı bunu bize hissettiriyor; iyi de oluyor. Bu heykelsilerin bazılarında ayrıca ip/bağ kullanımı tercih edilmiş: Düşünce Heykelleri’nin tümünde bu güçlü tercih keşke sürdürülseydi; çünkü ortaya çıkan form serinin eleştirel yanını kuvvetlendiriyor. Her hâlükârda sanatçının karar verme mekanizma ve süreçlerinin özgürlüğünü arzuladığı bu çalışmalarda, bu denli sert bir toplumsal muhalefet üretmesi takdire şayan.

Üçüncü ve son seri: Başka Tas Başka Hamam, ki benim bu sergide en sevdiğim örnekler de bunlar oldu. Murat Germen’in çalışmalarında tekil belgesel fotoğrafları dışarıda bıraktığımızda çoğunlukla iki çeşit sergileme eğiliminin olduğunu görüyoruz. Bunlardan ilki kolonlar ve satırlardan müteşekkil matrisler aracılığıyla izleyiciye aktarımın gerçekleştirilmesi. (Geçen yılın sonunda, bu yılın başında Pera Müzesi’ndeki Bir Yol Öyküsü projesi içinde yer alan Murat Germen’in dizisi bunu çok güzel örnekler.) Bu sunumun avantajı, parçaları ve bütünü ayrı ayrı algılamaya imkânı vermesi. Ne var ki bu sunumda bütünle parçalar arasındaki ilişki rahatlıkla ölçümlenebildiği için didaktik düzlemde elde edilen kazanım karşılığında biçimden taviz vermek gerekiyor. Aslında Germen, istediğinde bu problemi (ki bu gerçekten bir problem midir, doğrusu hiç emin değilim) çeşitli şekillerde pekâlâ aşıyor. Örneğin bu sergide Bebaberlik Manzaraları’nın pencereleri andırır şekilde sıralanmış (tasarlanmış boşluklara yerleşen) fotoğrafları sunumun kendi akışkan strüktürü ve esnekliğiyle ilgili problemi bertaraf etmiş duruda. Geriye gidelim: Sanatçının 2017’deki üç boyutlu fotoğraf çalışması Kırılma ya da geçen yıl Merdiven Art Space’deki Adım Adım yerleştirmesi gibi fotoğrafın görüntüleme düzeyini boyutlandırarak anlatım imkânlarının genişletilmesi de rahatlıkla “bütün” lehine uygulanmış münferit çözümler olarak yorumlanabilir.
Matris formatının karşısında (daha doğrusu yanı başında) akıllıca (ekseriya katmanların içine) gizlenmiş, çoğu zaman başkalaştırılmış, biçim değiştirilmiş bir ızgara referans düzeni bulunuyor; ki çoğunlukla bu ikisini birbirine karıştırılır. Aradaki fark ritimle ilgilidir: Matris formatındaki yerleşimlerde ritmi seçen, belirleyen ve her adımda kontrol eden izleyicidir; zaten bu eserler her daim öncelikle Logos’a seslendikleri için, izleyicinin zihninin biçimlendirilmesi de öncelikli amaçtır. Mimarlıktan gidersek, düzenli bir referans çerçevesi olarak ızgaranın/gridin vurgusu (sanılanın ve matrisin aksine) verilere değil bütünsel toplama dönük olduğundan bu ikinci seçim (fotoğraftaki başkalaştırma tercihleriyle de birlikte pentürü de andıracak şekilde) izleyicinin Ethos’suna seslenir. Yani onun eleştirisi daha ziyade vicdanîdir… Burada ritmi kontrol eden de sanatçının tamamen kendisi olur! Bunu Başka Tas Başka Hamam serisinde de aynı şekilde deneyimliyoruz. Fotoğrafı bir nesne olarak görüp insanların gönlünü ve aklını çelmek bu iki yöntemden birinin böylesi fotoğraflarda akıllıca tercih edilmesini, zaman zaman da bir arada kullanılmasını gerektirir ve doğruyu söylemek gerekirse Murat Germen bugüne değin bunu fotoğrafta hep başarmış bir sanatçı: Zaman ve mekâna dönük bu yaklaşımın içindeki şiirsel doku, kimi zaman mimarlarımız tarafından dahi görmezden gelinirken/anlaşılmazken, Murat Germen’in sanatında bunu her daim hissediyor ve gösteriyor olması ise ayrıca önemli.
Yazıyı birazcık daha uzatma pahasına son olarak şunu söylemeliyim: Bu sergide aynaların özel bir yeri var; hem eserlerin kendilerine, onları mekân içinde algılamama biçimimize dönük olarak hem de bizim kendimize dönük sorgulamamızda tanıdık bir araç olarak. Bu yüzden anlatılan sahiden bizim hikâyemiz olabilir. Çokluk içinde birliği, teklik içinde tümlüğü, tamamlanmışlığı bulmanın vaktidir. Çünkü, Dünya dönüyor dönmesine ama istikbal hiç de müspet gözükmüyor. Bu sebeple kendimize, herkese ve her şeye çeki düzen vermek, tüm bunlardaki çarpıklıkları tespit edip düzeltmek ve hatta mümkünse büsbütün yeni bir Düzen inşa etmek gerekiyor. Dixi et salvavi animam meam.
[1] Kapital’in 1. cildinin Almanca ilk basımına yazdığı önsözde Marx bu lafzı okuruna çığırır; sözün aslı Horatius’un Satirlerinde geçer: “Quid rides? Mutato nomine, de te fabula narratur.” Türkçesiyle “Neye gülüyorsun? İsimleri değiştir, anlatılan senin hikâyendir.” Serginin gönlümdeki ismini de bu vesileyle bulmuş olduk.
—————————
Feyezan / Overflow Sergi Üzerine
Ferda Dedeoğlu-Murat Germen-Kerem Piker-Necmi Sönmez
Çalışmalarını uzun bir süreden beri yakından takip ettiğim Murat Germen’le bir çok ortak proje geliştirmiştik. Bunların sonuncusu olan Feyezan / Overflow pandemi döneminde şekillenen bir sergi olarak daha önceki tecrübelerimizi aştığı gibi, hazırlanışı sırasında kurduğumuz verimli ortaklıklarla deneysel bir karaktere sahipti. Bu deneysellik sayesinde sanatsal çalışmaların farklı köşelerinde duran sanatçı, küratör, tasarımcı, galerici gibi kurumsal öğelerin belirlediği sınırları, çerçeveleri, aşarak “yapıt odaklı” ortaklıklar geliştirdik. Sergide bir çoğu ilk kez izleyici karşısına çıkacak olan işler, bir yanda Murat’ın son yirmibeş yıllık üretim sürecinden süzülerek gelen çarpıcı görsellikleri, diğer yandan da onun araştırma yaparken arkasındaki tüm gemileri yakacak denli deney odaklı olduğunu ortaya koyuyor. Sergiyi oluşturan yapıtların ana yapılarındaki karakterler, serginin hazırlanışı sırasında kurulan ortaklıklarla da desteklendiği için sergi günümüzde tartıştığımız bir çok sanatsal, politik, sosyolojik kavramları eleştirel bir parantez içine aldı. Bu bir çırpıda anlatılması mümkün olmayacak denli yoğun özellikleri gündeme getirmek için serginin oluşum süreci hakkında yazılı bir görüşme gerçekleştirdik.
Necmi Sönmez: Serginin hazırlıkları sırasında paylaştıklarımız son derece heyecan vericiydi. Kavramsal çerçevesinin oluşturulmasından serginin gerçekleşmesine dek geçen süre içinde sizin özellikle değinmek istediğiniz tecrübeler nelerdir?
Ferda Dedeoğlu: Bireysel görünürlüklerin, başarıların ve üretimlerin bu kadar yoğun olduğu bir zamanda, merkezinde Murat’ın işlerinin yer aldığı bu projenin böylesine uyumlu, etkileşimli bir takım çalışmasından ortaya çıkması benim için ayrıca çok anlamlı. Bu sektörde yola çıkarken, ismimizdeki ‘platform’ kelimesi tam da buradaki gibi farklı disiplinlerin bir araya geldiği projelerin yapılabildiği bir yer olma hayali ile düşünülmüştü. Murat’ın karantina dönemi üretimleri sırasında yaptığımız yazışmalar ile bir anda şekillenen bu takım çalışması, ortamın tüm belirsizliğine rağmen büyük motivasyon oldu bizim için. Küratör, sanatçı, mimar ve galeri olarak başladığımız bu proje bugün bir müze sergisi olabilecek türden bir sergiye dönüştü. Bu serginin parçası olmak, ev sahibi olmak gurur verici.
Murat Germen: Günümüzde sonuç süreçten daha değerli hale geldi ne yazık ki. Süreç ne kadar kısa olursa sonuca o derece çabuk varıldığından, süreç esnasındaki öğrenme, olgunlaşma potansiyeli de önemsenmiyor. Serginin gerçekleşmesine kadar geçen süreden aklımda kalan; işleri, özellikle de Necmi’nin “düşünce heykelleri” adını verdiği maket-heykelleri üretirken, el becerimi kullanarak bilgisayarın sanallığından ve bitmek bilmeyen bildirimler/uyarıcılardan uzak kalmamın salgın sırasındaki zorunlu tecridin manevi baskısını nasıl bertaraf ettiğiydi.
Diğer yandan; belli bir son ürün hesabı, tasarımı, hayali, kurgusu olmadan üretimlere “sıfır” planlama ile başlamak ve kullandığım malzemeler / ortamlar bana ne öneriyorsa, canım hangi yönü çekiyorsa, elim ne becerebiliyorsa bu doğrultularda gitmek bana “in situ” (yerinde yapım) karar verme mekanizma ve süreçlerinin özgürlüğünü yaşattı. “Kim ne der?” diye tasalanmadan üretmenin satın alınamaz huzuru insana “iyi ki doğdum!” hissini köküne kadar yaşatıyor.
Son olarak, sergi içeriği üretim sürecinin küresel salgına denk gelmesi ve tecridin yol açtığı maddi, manevi zorunlulukların içeriğe ve işbirliği gereksinimine %100 etki yapmış olduğunu belirtmek isterim. Salgın olmasaydı bu sergi bambaşka bir sergi olurdu…
Kerem Piker: İşbirlikleri çok değerli, hele ki hepimizin kendi bireysel alanlarına hapsolduğu küresel salgın günlerinde. Ferda’nın daveti üzerine gerçekleşen bu işbirliğinin, dijital araçlar vasıtasıyla kimi zaman üç ya da dört farklı şehirden katılımlı toplantılarla gerçekleşmesi ilginç bir deneyim oldu. Koşullar ne kadar olağanüstü olsa da uygun ortamlar yaratıldığında insan bir yolunu bulup üretmeye devam ediyor. Bu yönüyle Ferda’nın kurduğu Platform, salgın günlerinde dijital bir platforma da dönüşerek hepimizi üretken kılan bir işbirliği ortamına dönüştü.
N.S.: Kişisel olarak serginin bir galeri sunumundan çok, araştırma odaklı bir enstitü projesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü serginin oluşum sürecinde kişisel olarak katılımcıların kendileri için belirlenen profesyonel sınırları aşarak, son derece paylaşımcı davrandıkları gördüm. Bu sayede deneysellikle attığımız her adımın karşılıklı güveni tetikleyerek bizi farklı görselliklere götürdüğünü düşünüyorum. Bu konularda sizin yorumlarınız neler?
F.D.: Kolektif çalışmanın bir yandan özgürleştirici olduğuna inanıyorum. Herkesin birbirinin yaptığı işe olan güveni, vizyonu daha da genişletmemize ve daha özgür düşünmemize yardımcı oldu. Madem böyle bir iş yapacağız en iyisi olsun, hakkını verelim diyerek herkes ne gerekiyorsa yaptı. Murat’in eserleri temel belirleyici iken, mekân diğer belirleyici oldu. Yapılan sergi tasarımını eserlerle bir bütün halinde alıp farklı yerlerde sergileyebilecek esneklikler göz önüne alındı. Galeri ayağı sadece başlangıç, sonrasında da bu serginin heyecan verici yeni yolculukları olacağına inanıyoruz.
M.G.: Yaşam gittikçe bireyselleştirildiğinden, ortaklaşa / müşterek / örgütlenmiş süreçler peyderpey devre dışı bırakılmaya çalışıldığından bir araya gelip beraber üretme eylemleri de azalmaya başladı. Bu hal sanat dünyasına da sirayet etti; eskiden algılarımızı ve sanatın akışını değiştiren, muhalif ve radikal üretimler yapan kolektif sanat akımları yerini daha ölmeden eserleri milyonlarca avroya satılan yıldız sanatçılara bıraktı. Sanat kendini kısmen ve mecburen “kara sermaye”nin kara parasını aklarken buldu.
Bu sergide küratör, sergi tasarımcısı, galeri ekibi ve sanatçı unutulmaz bir işbirliğiyle çalıştılar. Bu tür kolektif üretimler sanatçının kendi küçük dünyasından çıkıp kendi işlerine dışarıdan daha geniş bir açı ile bakabilmesini sağlıyor. Necmi’ye genel çerçeveyi tutarlı ve özlü bir bütüne yönlendirdiği, Kerem’e eserlerimi başka bir düzeye taşıyan ve ilk gördüğümde en ufak bir itiraz hissi taşımadan heyecanla benimsediğim tasarımlar önerdiği, Ferda’ya ise herkesin moralinin yerlerde olduğu böyle bir dönemde morali yüksek tutarak bizlere bu esnek zemini hazırladığı için içtenlikle teşekkür etmek isterim. Farklı yaratıcı alanlardan gelen bireylerin aralarında gerçekleşen paylaşım ve işbirliğinin Konstrüktivizm, Bauhaus gibi eski “dava” oluşumlarında gözlemlediğimiz sinerjiye yol açması insanı çok umutlandırıyor.
K.P.: İşlerin hem içeriği hem de sayısal olarak çokluğu, sergi mekanını düzenlerken mekanı işlerle yeniden kurgulamaya imkan verecek türdendi. Bir tasarımcı olarak bu fırsat her zaman karşınıza çıkmayabilir; bu noktada herkesin yeni fikirlere açık davranması işbirliğini kuvvetlendiren bir unsur oldu. Sonuç benim açımdan bu sebeple çok heyecan verici.
N.S.: Korona öncesi ve sonrasında gelişen sergimiz, güçlü bir şekilde günümüzün politik manzaraları karşısında tavır alıyor. Bunun bütüncül bir yaklaşımla karantina dönemlerinin izleriyle, tortularıyla mücadele ettiğini belirtmek bence bir tür gereklilik. Sizce serginin “eski ve yeni normal” arasında durdurduğu, kendini konumlandırdığı
noktalar nerelerdir?
F.D.: Eski ve yeni normal olarak değil de, serginin korona öncesi planı ile korona sırasında şekillenen planı var benim için. Murat’ın eserlerinin içeriği ise korona dönemi yaşadıklarımıza yönelik işler. İçeriklerini, konularını, işlerin bu sergiye seçilme nedenlerini ve üretimlerin çeşitliliğini korona dönemi şekillendirdi biraz da. Sergileniş biçiminin bu şekilde kolektif bir çalışmaya dönüşmesi ise tamamen korona döneminde ortaya çıktı. Benim için normal ve yeni normal kavramları sadece serginin sergileniş biçimi ile şekilleniyor kafamda. Korona sayesinde sergi kolektif bir projeye evrildi diyebilirim. Normal dediğimiz zaman nasıl işimizi yapmaya devam ediyorduysak yeni normal dediğimiz zamanda yine tek yapabileceğimiz işimizi en iyi şekilde devam ettirmek. Bu kavramlara çok takılmıyorum. İş devam ediyor, sergiler devam ediyor, biz yola devam ediyoruz.
M.G.: Normal hep muktedirlere göre tanımlanıyor, çünkü “norm”u hep onlar belirliyor. Dolayısı ile eski normal ile yeni normal arasındaki fark; sermaye sahiplerinin ne kadar daha çok veya ne kadar daha az kazandığının farkı, ya da hangi sermayedarların iflas ettiği hangilerinin de servetlerine servet kattığı (örneğin Amazon, Google, Facebook gibi çevrimiçi konglomeralar) üzerinden değerlendirilmek durumunda. Benim hayatımın “yeni normal”i yok örneğin; bağımsız ve dik durabilmek için çalışmaya, fikir / kavram / eser üretmeye devam etmek dışında bir seçeneğim olmadığı için salgın öncesindeki gibi devam ediyorum hayatıma.
Son zamanlarda “yeni” teriminin; muktedirler ve sermaye sahiplerinin müşterilerini ikna etmek, meşrulaştırmak, mal satmak üzere suiistimal ettikleri sanrısal bir kavram olarak servis edildiğini düşünüyorum. “Yeni dünya düzeni”, “Yeni Türkiye”, “yeni normal” gibi tamlamalar; ya erkin yeni sahiplerini, ya da erkin mevcut sahiplerinin yeni boyun eğdirme yöntemlerini kutsayan/kutlayan isimlendirmeler olarak karşımıza çık(arıl)ıyor.
K.P.: Eski halimizin ne kadar normal olduğu epeyce su götürür de olsa, onu özler olduk. Bizler her şeye rağmen bir galeri ortamında bireysel olduğu kadar kolektif bir şekilde tecrübe edilecek fiziksel bir serginin tasarımını ve kurgusunu oluşturduk. Yeni normal eğer sergileri sohbetlerimize eşlik eden yüksek sesli kahkahalarla kutladığımız, düşünmek, konuşmak ve tartışmak imkanı bulabildiğimiz buluşmaları bir kenara bırakmak anlamına geliyorsa bu bile kendi başına önemli bir kayıp. Bu belirsizliğin tam ortasında, Feyezan’ın ileride hatırlanmaya değer bir iş olarak yerini aldığını düşünüyorum.
—————————
Heval Zeliha Yüksel / Mimarlık ve Sanat Buluşmaları – 02: Kerem Piker & Murat Germen
Fotoğrafı bir ifade / araştırma aracı olarak kullanan ve genellikle kent, planlama ve mimarlık içerikli akılda kalan seriler üreten Murat Germen’in yeni sergisi “Feyezan” 10.09.2020-10.10.2020 tarihleri arasında Ferda Art Platform’da izleyici ile buluşuyor.
Sergide, “Başka Tas Başka Hamam”, “Düşünce Heykelleri” ve “Beraberlik Manzaraları” adlı serilere ve bir video işine yer veriliyor. İlk bölümde; sosyal ve fiziksel mesafelerle yaşadığımız zamandan bağımsız ve en önemlisi din, dil, ırk, cinsiyet, kimlik ve yaş farkı gözetilmeden dünyanın farklı yerlerinden yüzlerce kişinin haberleri olmadan çekilmiş fotoğraflarını görüyoruz. 1107 adetten oluşan fotoğraf seçkisini belli bir yönlendirme ile gezerken fotoğrafları çevreleyen serginin ikinci ve üçüncü bölümlerini su içer gibi ve kendiliğinden deneyimliyoruz.
Fotoğraflar ve işler sergi mekanını kuruyor. İzleyicileri alışılagelmiş bir fotoğraf sergisinden farklı olarak Kerem Piker tarafından, fotoğrafı bir mekânın kurucu öğesi yapma sorgusuyla hazırlanmış bir sergi tasarımı karşılıyor. Küratörlüğünü Necmi Sönmez’in üstlendiği “Feyezan” üzerine Murat Germen ve Kerem Piker ile bir söyleşi gerçekleştirdik…
Heval Zeliha Yüksel: Feyezan ismi ile başlayalım istiyorum. Adı nereden geliyor? Sergi fikriniz nasıl oluştu?
Murat Germen: Serginin küratörü Necmi Sönmez ile birlikte isim alternatifleri üzerine yazışmalarımız oldu. Serginin genelinde ağır bir eleştiri getirdiğim, dünyaya hakim örgü (grid) sisteminin başlığa bir şekilde gelmesi gibi bazı niyetlerim vardı ama Necmi ikna olmadı. Sergi 3 farklı ama ilintili seriden oluştuğu için kendisi daha çok “akış” kavramı üzerinde duruyordu, ama bu da sergi başlığı (ve hatta sanat akımı) olarak tüketilmiş bir kelimeydi. Sonunda, karantina dönemi sırasında yoğun bir üretim içine girmiş olmamdan türeyen “fazla” mefhumu üzerinden “fazlasıyla akış” olgusuna geldik, oradan “overflow” çıktı; ben de “taşma” yerine biraz daha geniş bir anlam yelpazesine sahip “feyezan”ı önerdim. Bu kelime akılda “hezeyan”ı da çağrıştırdığı ve çok tüketilmiş bir kelime olmadığı için içime sindi.
Heval Zeliha Yüksel: Siz nasıl bir araya geldiniz?
Murat Germen: Ferda ile olası sergi masrafları ve sergileme biçimleri üzerine konuşurken “tipik sergilemeden kaçınalım ve duvara asılan tekil eserlerden oluşan bir sergiden çok, içeriğin nasıl farklı ve akılda kalır bir şekilde sergilenebileceği ihtimallerini masaya koyalım” dedim. Ferda’nın aklına hemen Kerem geldi. Kerem’in ismini, yaptıklarını biliyordum ve bu iş birliği olasılığı bana çok heyecan verici geldi. Kerem de olumlu cevap verince hemen yola koyulduk.
Kerem Piker: Murat’ın da anlattığı gibi benim projeye dahil olmam, okul yıllarından arkadaşım, mimar ve Ferda Art Platform’un kurucusu Ferda Dedeoğlu’nun davetiyle oldu. Ben Murat Germen’in işlerini uzun zamandır izliyordum, ancak kişisel olarak bir tanışıklığımız yoktu. Ferda’nın varlığı, Murat Germen ile birlikte üretme heyecanı, hem de yine uzun zamandır ilgiyle izlediğim küratör Necmi Sönmez ile iş birliği bu teklifi benim tarafımda çok heyecanlı kılan unsurlardı. Dolayısıyla Ferda’nın davetini tereddütsüz kabul ettim.
Heval Zeliha Yüksel: Sergi birbiri içine geçmiş üç ayrı bölüm ve bir video işinden oluşuyor. Bizi serginin girişinde 1.170 adet fotoğraftan oluşan “Beraberlik Manzaraları” serisi karşılıyor. “Başka Tas Başka Hamam” işleri “Düşünce Heykelleri” ile “Beraberlik Manzaraları” adlı fotoğrafları çevrelerken son dönemde yaşadığımız biyolojik afeti sorgulayan bir video işini de görebiliyoruz. İlk bölümde; sosyal ve fiziksel mesafelerle yaşadığımız zamandan bağımsız ve en önemlisi din, dil, ırk, cinsiyet, kimlik ve yaş farkı göz edilmeden dünyanın farklı yerlerinden yüzlerce kişinin haberleri olmadan çekilmiş fotoğraflarını görüyoruz. Bugün belki maskeler ardına gizlenecek yüzlerin açık seçik okunduğu bu seriyi nasıl çektiniz, seri kaç yılda ve fikren nasıl oluştu? Hangi ülkelerden çekildi? Çekerken ve biriktirirken neler düşünmüştünüz?
Murat Germen: Genellikle mimarlık ve kent içerikli seriler üreten birisi olarak biliniyorum. Sadece bir kutuya dahil edilmekten hoşlanmadığım için bu seride kent değil insan odaklı bir bütün üretmeyi arzu ettim. İnsanların çehrelerinde ve vücutlarında samimi, doğal ifadeler, duruşlar yakalamak istedim. Makineyi öznelere fark edilir bir şekilde doğrultmadan ve tipik fotoğrafçı duruşuyla makinenin bakacından bakmadan çekim yapma yöntemini benimsedim. Çok geniş açılı (15 mm) bir lens kullanarak bel hizasından çektim tüm fotoları. Başlangıçta biraz zorlansam da hemen alıştım bu yönteme. Çekerken, kent çekmeye göre farklı bir bilinç ve algı söz konusu idi. Bu seriye çalışırken edindiğim insan fotoğraflama tecrübesinden, daha sonra 2013’deki Gezi direnişi ve onu takip eden kitlesel insan hareketlerini belgelerken faydalandım.
Bu seriyi sergilemek arzum vardı, ama ne o sırada birlikte çalıştığım galeri ne de başka bir kurum ilgi beyan etmedi, ben de fazla zorlamadım ve 2009-2011 yılları arasında üç sene boyunca çektiğim, zaten çok sayıda fotoğrafın biriktiği bu seriyi kızağa çektim. “Nasıl olsa günün birinde doğru yer ve ortamı bulacak!” rahatlığı vardı içimde. Sonunda salgın ve diğer siyasi konjonktürlerin direttiği fiziksel mesafe zorunluluğu devreye girince “küresel dayanışmanın zamanıdır” diye hissettim ve 1.107 fotoğraftan oluşan bu seriyi sergiye “Beraberlik Manzaraları” adıyla dahil etmek istedim. Bin küsur fotoyu küçük ebatlarda yan yana sergilemeyi düşlüyordum yıllardır, bu hayali Kerem’e aktarınca o da galerinin ortasındaki organik formlu strüktürü önerdi ve hiç tereddüt bile etmeden anında benimsedim bu birleştirici çözümü. Sergide yer alan fotoların çekildiği kentlere, ülkelere ve sayılara gelirsek: İstanbul, Türkiye (54); Atina, Yunanistan (77); Osaka – Tokyo, Japonya (177); Marakeş, Fas (97); Berlin, Almanya (50); Amsterdam, Hollanda (96); Leeuwarden, Hollanda (55); Kopenhag, Danimarka (58); Stockholm, İsveç (63); Paris, Fransa (32); Londra – Oxford, İngiltere (226); Seattle, A.B.D. (52); Vancouver, Kanada (70). Kerem bu 11 x 33 cm (baskıyı taşıyan pleksiler ise 11 x 37 cm) ebadındaki bu fotoğrafları taşıyan strüktüre 63 adet de ayna dahil edip sayıyı 1.170’e tamamladı.
Heval Zeliha Yüksel: Çok teşekkürler. Serginin diğer iki bölümüne geçmeden evvel Kerem Piker’e sormak istiyorum. 1.107 adetten oluşan fotoğraf seçkisini belli bir yönlendirme ile gezerken fotoğrafları çevreleyen serginin ikinci ve üçüncü bölümlerini tabir yerinde ise “su içer gibi” ve “kendiliğinden” deneyimliyoruz. Fotoğraflar ve işler sergi mekanını kuruyor. İzleyiciye hiçbir belirsizlik yaşatılmadan izlek sunuyorsunuz. Aslında belki de çok geniş bir sergi mekanı olmamasına rağmen mekanı çok iyi kullanılarak çok zarif bir askı sistemi ile çoklu görsel seçki sunan bir seriyi izleyiciye bir bütün olarak görülmesini sağlıyorsunuz. Orta bölümde gezerken bu arada da duvarlar ile hemhal oluyor izleyici. Siz sergi tasarımına başlarken nasıl bir kurgu düşündünüz? Duvara asılı ve dayalı işler ile orta bölümde yer alan 1.107 adet fotoğrafı sergileme tasarımına nasıl başladınız? Süreci anlatır mısınız?
Kerem Piker: Değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Benim yaptığım işin temelinde üç belirleyici unsur var diyebilirim; birincisi işlerin içeriği. Murat’ın işleri her defasında farklı içeriklere sahip olsalar dahi denilebilir ki fotoğrafın iki boyutlu algısını zorlayan, onu üçüncü boyuta taşımaya gayret eden işler. Daha ilk toplantıdan itibaren, herhangi bir eskiz üretmeden önce işlerdeki bu arayışın mimari mekana nasıl taşınacağı üzerine konuşmaya başladık. İkincisi işlerin nicel yönü, yani diğer bir deyişle sayısal olarak çokluğu. Binin üzerinde fotoğraftan oluşan “Beraberlik Manzaraları” serisi her sergide karşılaşabileceğiniz türden bir iş değil; Necmi Sönmez’in özgün bakışıyla oluşturulan küratöryel seçki benzer ölçeklerdeki sergilere nazaran bu yönüyle başkalaşıyor. Üçüncü olarak da sergi mekanının kendisi önemli bir belirleyici unsur; mekanın büyüklüğü, kurgusu, iç ilişkileri… Üç farklı serinin mekanın içerisinde bir bütünsellik içerisinde izlenmesi, serileri birbirinden ayrıştırarak değil de birbirinin içine geçirerek sergilemek, önemli bir soruydu.
Heval Zeliha Yüksel: Peki “Başka Tas Başka Hamam” serisi nasıl oluştu? Nasıl bir fikir ile yola çıktınız bu seriyi oluştururken?
Murat Germen: Salt kâr odaklı iş dünyası kendisi dışında hiçbir şeyi yeteri kadar umursamıyor ve insan haklarına aykırı yöntemlerle yoluna devam ediyor. Halbuki bizler tüketici olarak varsak siz varsınız, bizi tüketirseniz sonunda siz de tükenirsiniz! Bunu salgın sayesinde deneyimledik; her ne kadar bazı firmalar kârlarını katlamış olsa da, dünyanın en vahşi kapitalizminin yaşandığı Amerika’da ekonomi üçte bir oranında küçüldü ve küçük-orta ölçekli birçok firma, işletme kalıcı olarak kapandı. Buna gönderme olarak aklıma İngilizce “business as usual” tamlamasından yola çıkarak “business as unusual” kelime oyunu geldi. Buradaki “alışageldik”lik boyutu üzerinden “aynı tas aynı hamam” deyişimizi “Başka Tas Başka Hamam” olarak değişime uğrattım. Artık birçok şey bildiğimiz gibi yürümeyecek; normal, küçük, orta ölçekli iş sahibi kapitalistlerin bile, mega-kapitalistlerin oyunlarına ve egemenlik kurma yöntemlerine “PES!” diyecekleri zamanlara geleceğiz… Ya da geldik bile… Ne yazık ki liberaller tarafından yere göğe konulamayan Elon Musk adlı gaddar oligark, Bolivya’nın değerli başkanı Evo Morales’in askeri darbe ile görevinden alınmasıyla olan, hiç de saklamadığı bağı eleştirildiğinde “Nereye ne şekilde darbe yapacağıma kimse karışamaz” mealinde bir cevap verdi! Gerçekten akıl alır gibi değil.
Heval Zeliha Yüksel: Peki, duvara asılan işleri köşelere getirip aynalar ile sunarak derinlik verdiniz. Biraz bahsedebilir miyiz? Bu tür kararlar verirken; küratör ve işlerin sahibi ile nasıl diyaloglar gelişti?
Kerem Piker: Sergide yer alan işlerin içerisinde bazı ortak unsurlar var diyebilirim. “Düşünce Heykelleri” serisinde malzeme olarak ayna yüzeylerin kullanımı, “Başka Tas Başka Hamam” serisindeki aynalama ile çoğaltılan imgeler, böyle bir öneri sunma konusunda bana cesaret verdi. İşlerin bütünlüğünü bozmadığını düşündüğüm, sergi izleme rotasına göre de kullanışsız sayılabilecek iki köşede işleri aynalarla birlikte sergilemeyi önerdim. Ama aynalarla ilişkili öneri bununla sınırlı değil. “Beraberlik manzaraları” serisinin aralarına karışan 63 tane ayna daha var. Bütün bu aynalar sayesinde işlerin farklı perspektiflerden görülebilmesi, işlerin aynalarla yeniden üretilmesi, aynalarla ilişki kuran izleyicinin anlık da olsa işlerin bir parçası olan kendi imgelerini üretebilmesi gibi fikirler hem Murat hem de Necmi tarafından kabul görünce sergide yerini aldı.
Heval Zeliha Yüksel: Evet, üç seride de aynalar var. “Başka Tas Başka Hamam” serisi aynalar ile birlikte duvara asılmış, maketlerde aynalar var, fotoğrafları gezerken arada fotoğraflar ile aynı ebatlarda aynalara denk geliyor izleyici ve kendisi de fotoğrafı çekilen insanlardan biri oluyor. Murat Germen’e de sormak istiyorum, ayna yerleştirmelerinin kaynağı neler idi?
Murat Germen: Ayna önemli bir nesne, olgu, kavram. “Gerçeğe ayna tutmak” diye bir terim vardır. Ayna olduğu şekilde (ama ters) yansıtabilen bir nesne olduğu için nesnelliği temsil ediyor, hakikatin de olabildiğince nesnel sunulması gerektiğinden ayna burada ideal bir kavram olarak ortaya çıkıyor. İlk olarak “Düşünce Heykelleri” heykel serisinde ayna kullanma eğilimim oldu. Bunun nedeni önceki bir kişisel sergimde; basamaklarının üzerine fotoğraflar giydirttiğim, mekânın neredeyse üçte birini kapsayan bir merdiven inşa ettirdiğim Merdiven Art Space’de tüm duvarları kaplayacak yoğunlukta bir ayna kullanımı söz konusu olmasıydı. “Merdiven: Adım adım” yerleştirmesi inşa edilmeden önce, fikir konusunda doğal olarak tereddüt içinde olan galeri ekibini ikna edebilmek üzere 1/25 ölçekli bir temsili maket inşa etmiştim. Bu maketten artakalan az miktarda ayna pleksi levhalar vardı ve bunları “Düşünce Heykelleri” heykel serisinin bazılarında kullandım. Bu arada, İngilizcede “reflection” kelimesi hem yansıma hem de düşünce anlamına geliyor ve özellikle ayna içeren heykellerde seri başlığı “cuk” yerine oturuyor 🙂
Bu boyut dışında, Kerem’in ayna unsurunun heykeller dışındaki diğer serilere de entegre edilmesi önerisini takiben her seride var olmasının (Düşünce Heykelleri, Beraberlik Manzaraları, Başka Tas Başka Hamam) ayrıştırıcı düzene karşı önerilen birleştiriciliğe katkı sağladığını düşünebiliriz. Çünkü izleyici serginin her aşamasında kendini bir şekilde içeriğin parçası olarak görebiliyor.
Heval Zeliha Yüksel: Mesafe kavramını sorgulayan “Düşünce Heykelleri” de aslında pandemi döneminde yaşadığımız karantinaya atıf mıdır? İçinde yaşadığımız mekanları sorguladığımız karantina süreci sizlere mimar olarak neleri hatırlattı?
Murat Germen: Evet, bütünüyle. Salgının zorunlu kıldığı eve kapanma olmasaydı, büyük olasılıkla bambaşka bir sergi ile karşınıza çıkacaktım; değil bu heykeller, serginin tümü ve Kerem ile olan işbirliğimiz de olmayacaktı belki… Dolayısı ile “her şerde bir hayır vardır” düsturu gene devreye girdi 🙂
İçinde yaşadığımız mekânlar kullanıcıları tarafından rahatça şekillendirilebilmeli, işgal edilebilmeli ve farklı ihtiyaçlara cevap verebilmeli. Bu yüzden fazla duvar, bölünme olmaması; bazı bölmelerin kayar, kıpırdatılabilir olması gerekiyor. Şahsen yaşadığımız mekânları, şimdi doğru kararlar olduğunu gördüğümüz, bazı kişisel gereksinimlere istinaden şekillendirmiştik. Bu yüzden zorunlu izolasyon sırasında hiç sıkılmadık, daralmadık çünkü oluşumunda söz sahibi olduğumuz güvenli limanımızdaydık; evi hem ev hem de atölye olarak kullanabildim…
Fazla tasarlanmış iç mekânlardan, her yeri tasarım nesnesi doldurulmuş ve kişiselleştirmesi zor “showroom” tadındaki steril evlerden hiç ama hiç hoşlanamıyorum, rahat hissedemiyorum kendimi bu tür yerlerde. Ev gerektiğinde kirlenebilmeli, dağılabilmeli, misafirlerle veya üretimle işgal edilebilmeli yani kısacası kalıcı ve geçici sakinlerinden iz taşıyabilmeli…
Kerem Piker: Steril mekanlarla ilgili düşüncene tamamen katılıyorum; yeni normal üzerinden yapılan konuşmaların böylesine mekanları parlatan sonuçlara varması gibi bir ihtimal var ve bu benim açımdan da fevkalade tatsız. Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Bu olağanüstü hali normalleştirmek ve yaşantıyı bu koşullara adapte etmektense bu koşulların olağanüstü olduğunu kabullenmeyi ve yeni normlar aramaktan olabildiğince kaçınarak yaşantımızı sürdürmeyi daha sağlıklı buluyorum. Dolayısıyla bu dönemin yargıları ile değerlendirmelerde bulunmanın gelecek için sağlıklı kararlar üretmemizi sağlayacağı konusunda tereddütlerim var. Senin tarifinden de yola çıkarak iyi bir ev, iyi bir ev olduğu için iyi bir evdir diye düşünüyorum; salgın koşullarına uygun bir ev olduğu için değil. Umarım önümüzdeki yıllar beni yanıltmaz.
Karantina sürecinde, yani hiç olmadığımız kadar mesafeli olduğumuz koşullarda bu işbirliğinin gündeme gelmesi ve yürütülebilmesi ise benim açımdan çok umut verici; demek ki içinde bulunduğumuz koşulların tuhaflığına rağmen hala birlikte düşünmek, üretmek ve paylaşmak mümkün.
Heval Zeliha Yüksel: Sergi fikrinin oluştuğu karantina sürecinde toplum olarak kolektif bir geçiş yaşadık. Belki zaten geçilecek olana hızlıca geçildi. Fiziksel mesafe kavramını çok sorguladık, uymaya çalıştık. İnsanı var eden sosyal doku yara aldı bu süreçte. İnsandan uzak kaldık. Serginin en derininde sorguladığı mesafeler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Murat Germen: Burada sergi kavram metninden alıntı yapmak isterim: “ ‘Fiziksel mesafe’ diyemediler de ‘sosyal mesafe’ buyurdular dünyayı yönetenler, çünkü istedikleri bu! Birleşmeyelim, hep ayrılalım, ayrışalım; fikir ve dava birliği içinde olmayalım! Ne kadar çok alt grup bölünmesi olursa o kadar iyi, onları birbirine çatarsın; onlar birbirini yerken keyfine bakarsın! İnsanları bedenen birbirinden ayırarak birçok şeyi çevrimiçi ortama yığıyorlar ki insanların kişisel ve mahrem verilerini daha kolay toplayabilsinler; eğilim araştırması adı altında eğilim belirlesinler ve bize istedikleri yaşam formlarını dikte edebilsinler. Onların dayattıklarını tükettikçe tükenelim, biz tükendikçe onlar bizi ticari tıp marifetiyle tekrar tüketmek üzere diriltsinler: Zamane pilleri gibi; tüket, şarj et, tüket, şarj et, tüket, şarj et, TÜKET!”
Heval Zeliha Yüksel: Peki, sizce mimarlık ve sanat ilişkisinin sınırı ne olmalıdır ya da var mıdır? Mimarlık çoğu zaman sanat ve zanaat ile ortak anılır ve kendi içlerindeki kompleks ilişkinin ayırdı veya tarifi değişkendir. Sizce sınırı nedir ve birbiri içine hangi noktalarda geçer?
Murat Germen: Ortak boyutlardan çok farklılıklar hakkında konuşmak daha kolay olacak. Mimarlık ve sanat bazı ortak zeminleri olan yaratı alanları ama temel farkları süreç ve sonucunda müşteriyle olan ilişkilerde ortaya çıkıyor. Mimarlıkta müşterinin kim olduğu belli ve onun taleplerine göre iş şekilleniyor, çok tanınan büyük bir isim olmadığı sürece kontrol tümüyle mimara bırakılmıyor. Müşteri “parayı bastırdığı” için, doğru ya da yanlış, kendinde sürece dahil olma hakkı görüyor. Sanatta ise müşteri meçhul ve/veya müstakbel. Her ne kadar nabza göre şerbet eserler üretiliyor olsa da, yaratılan eserin satılıp satılmayacağı, satılacaksa da kime satılacağı genellikle bilinmiyor. Sanatçı kişisel hazzının müşterek hazza dönüşeceğini umabiliyor, amiyane terimi ile bireysel orgazmı müşterek bir aleme dönüşsün isteyebiliyor 🙂 Mimarlıktaki müşteri talepleri hayli örseleyici olsa da, sanatçı mimara göre daha kırılgan bir şahsiyet gibi geliyor bana. Çünkü beğeni-sonuç arasındaki ilişki mimarlıkta çok net, müşterinin beğenmediği bir binanın inşa edilme ihtimali zayıf görünüyor. Bu netliği seviyorum; diğer yandan mimar müşterinin talepleri, kaprislerine çare üretmek durumunda olduğundan sorunlarla baş etmeyi daha iyi becerebilecek iletişim, meslek, kriz yönetimi tecrübeleri ediniyor ve bu tecrübe mimara “tamam ya, bir şekilde hallederiz!” türünden bir özgüven sağlıyor. Mimar bu yüzden daha kolektif düşünebilen bir yaratı insanı, sanatçı ise genellikle çok bireysel hezeyanlar ölçeğinde ilerliyor ve dolayısıyla kriz yönetimi gerektiğinde afallayabiliyor, çuvallayabiliyor. Sanatçının ürettiği eserin beğenilmeme olasılığı ise hep var ve bu da bazı sanatçılar üzerinde, kendi istediği sanatı külliyen icra edememek zorunda kalacak kadar baskı yaratabiliyor.
Kerem Piker: Mimarlık ve sanat ilişkisini tarif etmeyi istemem açıkçası; mimar ile sanatçı tarafından bu ilişkinin ya da işbirliğinin işe göre yeniden icat edilmesi güzel bir ihtimal.
Heval Zeliha Yüksel: Kerem Piker’e; Sanatçı ile çalışmak nasıl bir deneyimdi? Mimar olarak bir sanat işinin içinde olmak nasıldı? Birbirinize olan katkılarınız nelerdi, karşılıklı alışverişleriniz ne üzerine kuruldu?
Kerem Piker: Benim açımdan süreç çok rahat ilerlerdi diyebilirim. Murat’ın mimarlık kökenli oluşu, mimari bir soruna nasıl yaklaştığımızı izah etmek ve önerdiğimiz projenin en doğru şekilde kavranması açısından müthiş bir konfor. Aynı dili konuşabildiğiniz, aynı dünyayı paylaşabildiğiniz bir ortamda kendinizi üretken kılmanız çok daha kolay; bu ortamı kuran Ferda Dedeoğlu’na da bu vesile ile bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Heval Zeliha Yüksel: Murat Germen’e; Diğer ucundan soracak olursam; Siz de mimarsınız ve bir sanat işinde bir mimar ile çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Murat Germen: Kesinlikle zenginleştirici bir deneyim oldu, ortaya çıkan sonuçtan çok memnunum, mimarlık geçmişim olduğu için de ayrı bir haz duydum süreçten. Farklı yaratıcı alanlardan bireylerin işbirliği bireyi kendi kutusundan, ininden, dünyasından, mikro evreninden dışarı çıkartıyor; başka türlü düşünemeyeceğiniz şeyleri düşünür hale gelebiliyorsunuz. Bu iş birliğinin Konstrüktivizm, Dada, Bauhaus gibi eski “dava” oluşumlarında gözlemlediğimiz sinerjiye yol açması insanı çok umutlandırıyor. Serginin ana teması olan birleştiricilik burada devreye giriyor ve kendi yolunda kendi bildiği gibi devam eden yaratıcı bireyler; içgüdüsel ezberleri, bildikleri, alıştıklarından farklı bir şekilde davranmak zorunda kalarak başka türlü üretmeyecekleri bir şeyler üretiyorlar. Ferda Dedeoğlu Bozkurt’a, herkesin moralinin yerlerde olduğu böyle bir dönemde, hiç eksik olmayan güler yüzü ve heyecanıyla morali yüksek tutarak bizlere bu esnek zemini hazırladığı için içtenlikle teşekkür etmek isterim. Sayesinde ilerde akılda kalacak işbirlikleri üretebilmemizin temelleri atılmış oldu.
Heval Zeliha Yüksel: Mimari ile sanatın birleştiği işlerden ve elbette size dokunan akılda kalanlardan örnekler verebilir misiniz?
Murat Germen: Bu ikiliyi en iyi şekilde bir araya getiren sanat kurumu Londra’daki Serpentine Gallery. Arada istisnalar olsa da, bu galeride açılmış sergileri ve galerinin dış mekânındaki geçici sanat+mimarlık müdahalelerini çok değerli buluyorum. Türkiye’de de böyle zemin sağlayan bir sanat kurumu olsun çok isterdim.
Kerem Piker: Serpentine’e ilave olarak, Chicago’daki Millenium Park aklıma geliyor. Kamusal mekanın sanat işleri ile nasıl canlı kılınabildiğini gösteren en heyecanlı örneklerden bir tanesi benim için.
Heval Zeliha Yüksel: Bu birlikteliğinizin devamı gelecek mi?
Murat Germen: Şahsen Kerem ile ilerde işbirliği yapmak konusunda, kendisi de arzu ettiği sürece, çok heyecan taşıyorum 🙂
Kerem Piker: Muhakkak gelecektir, ben de aynı heyecanı paylaşıyorum.
Heval Zeliha Yüksel: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
Murat Germen: Rica ederim 🙂
Kerem Piker: Ben teşekkür ederim.
—————————
Marcus Graf Yazio: Yeni Bir Birlikteliği Gerçekleştirmek İçin Normu Yeniden Tanımlamak
Size hemen söyleyeyim: Murat Germen’in Ferda Art Platform’daki Feyezan / Overflow isimli kişisel sergisi, tüm sanatseverler tarafından olduğu kadar, çılgın karantina zamanlarımızın mevcut statükosunu sorgulamaya cesaret eden herkes tarafından muhakkak görülmeli. 10 Eylül – 10 Kasım 2020 tarihleri arasında devam eden sergi, tanık olduğumuz güncel politik, sosyal ve ekonomik gerçekleri ve çapraz ateş altındaki bireylere verilebilecek farklı anlam ve tepkileri ortaya koyuyor.
Necmi Sönmez’in özenli küratörlüğü ve Kerem Piker’in fantastik sergi tasarımıyla Murat Germen, “Başka Tas Başka Hamam, Beraberlik Manzaraları”başlıklı dizilerden seçilmiş fotoğraflar, video ve yeni serisi “Düşünce Heykelleri”ni sunuyor.

İlk kez, Ferda Art Platform’da sergilenen bu seri, üç boyutlu çalışmaları barındıran yepyeni bir dizi.

İlgi çekici sergi, Murat Germen’in fotoğrafın iki boyutluluğunun sınırlarını zorlama amacının altını çiziyor.

tüm gösteriyi ortak bir tehdit olarak görmesine neden olan, mekana özgü
muhteşem bir yerleştirmeye dönüştürüyor. Merkez yapı, bireylerin snapshotvari bir estetikle tasvir edildiği çok sayıda sokak sahnesi sunarken, çevre duvarlardaki büyük fotoğraflar, parçalı mimari öğelerden oluşan yarı soyut imgeler tasvir ediyor. Sonunda, Düşünce Heykelleri, kentsel yapıları ve sakinlerini üç boyutlu kolaj benzeri nesnelerde bir araya getiriyor.
“Feyezan”, onu alışılmış galeri gösterilerinden ayıran oldukça deneysel bir karaktere sahip.

Nihayetinde, sergi, özünde yeni ve alternatif bir birliktelik öneren manifestosunu takip etti, çünkü sanatçı, galeri sahibi, küratör ve sergi tasarımcısı arasında verimli ve eşit bir ortaklıktan kaynaklanıyor.

Germen’in fotoğraf çalışmaları, mimari yapıları, kentsel dilimizin ontolojisini ve bugünün kentleşmesinin özünü ortaya çıkarmak için kolaj benzeri bir şekilde yapısöküme uğratıyor.

Aynı hamamda aynı tas, sakin, kurtarıcı ve tahmin edilebilirdir.

Murat Germen’in çalışması, bildiğimiz ve emin olduğumuz şeyleri sorgulamamıza neden olan gözümüzü ve zihnimizi tetikliyor.

Çevirmen: Öykü Demirci