Olay Mahalli / Crime Scene – Duo show with Mehmet Ali Boran @ adas istanbul (architecture design art space) /// Collaborations with Haluk Diriker & Emrah Kavlak
Duo show with Mehmet Ali Boran @ adas istanbul / Collaborations with Haluk Diriker, Hakan Diriker, Emrah Kavlak, Zafer Çömlekçi (Exhibition / installation photography: Murat Germen)
Read the concept textBasın bülteni
Olay Mahalli
21.11.21 – 21.01.22
Murat Germen / Mehmet Ali Boran
Küratör: Ahmet Ergenç
Ses tasarımı: Begüm Çalımlı
Mekan: Adas
Şehir ve suç meselesi üzerine odaklanan ve şehri bir ‘olay mahalli’ olarak okuyan bu sergide, Ahmet Ergenç’in küratörlüğünde Murat Germen ve Mehmet Ali Boran’ın işleri bir araya geliyor. Germen ve Boran’ın hem kapitalizmin hem de siyasi iktidarın şehir ‘suçlarına’ odaklandıkları işlerine Begüm Çalımlı da ses tasarımıyla eşlik ediyor ve şehirdeki suç unsurlarının işitsel karşılığını yaratıyor. 21 Kasım’da açılacak sergi, 21 Ocak’a Adas’ta kadar izlenebilecek.
Bu sergi şehir, politika, kültür, denetim sistemler, hegemonya, aciliyet, suç, inşaat, gürültü, OHAL ve telaş üzerine düşünen iki sanatçıyı bir araya getiriyor. Biri İstanbul’dan diğeri Mardin’den dünyaya bakan iki sanatçının ‘suç ve şehir’ ya da şehirlerdeki ‘suç unsurları’ üzerine işlerinin karşılıklı konuştuğu bu sergi temelde iki kanalı takip ediyor: kapitalizmin şehir suçları ve devlet / iktidarın şehir suçları (ve elbette bu ikisinin kesiştiği yerler.)
Murat Germen ‘forensic photography’ bakışıyla bir inşaat alanı olarak şehirdeki suç unsurlarını belgelediği fotoğraf ve videolarla bir İstanbul’u bir ‘olay mahalli’ olarak betimliyor. İnşaat, kapital, kentsel dönüşüm, ‘soylulaştırma,’ yoksullaştırma ve diğer beton-suçlarına dair bir arşiv çıkaran Germen şehri özellikle yoksullar için yaşanmaz hale getiren bir görsel-gürültü, yığılma ve ayrımcılığı kayda geçiriyor. Üst üste yığılan bu imajlarda kapitalin ve inşaatın gürültüsünü duymak ve ‘kabul edilmeyen’ suç haritalarını görmek mümkün. Germen’in takip ettiği bir diğer odak da gözetim sistemleri: ‘panoptikon’ bir gözün şehri kuşatmasının ve bunun sonucunda şehrin bir ‘esaret yeri’ne dönüşmesinin görsel kayıtlarını tutuyor. Bütün bu kayıt ve belgeleme çabaları başka bir şehir mümkün mü sorusuna doğru bir kapı açıyor. Sanatçı, bu sergi vesilesi ile ilk defa göstereceği iki ayrı seriden oluşan eserlerin üretiminde oyun tasarımcısı Haluk Diriker ve arayüz tasarımcısı Emrah Kavlak ile işbirliği yaptı.
Mehmet Ali Boran ise kültür ve doğaya müdahale faaliyetlerini belgeleyerek, devletin ve politikanın manzarada bıraktığı suç izlerini araştırıyor. Siyasi baskılar nedeniyle terk edilen evler, güvenlik mekanizmalarıyla donatılmış korkulu manzaralar, taşa sinen tarih ve şiddet, aciliyet sesleri, uyarılar, soyu tükenen türler, ekolojik krizler, arkeolojik araştırmalar, güvenlik mekanizmaları ve yeni denetim sistemleri Boran’ın işlerinin temel hattını oluşturuyor. Boran işlerinde küçük ikaz, uyarı ve işaretlerden hareketle devasa denetim, gözetim ve güvenlik ağlarına işaret ediyor. Sesler, görüntüler ve hikayeler aracılığıyla suçların, ekolojik ve sosyolojik şiddetlerin kaydını tutan Boran işlerinde kültürel manzarayı sömürgesizleştirme ve krizleri ‘iyileştirme’ arzusunu da taşıyor. Boran bu sergideki işlerin bazıları için Mehmet Said Aydın ve Hüseyin Aksoy’la işbirliği yaptı.
Sergi sonuçta iki yönden, hem sermaye hem de siyaset (devlet) yönünden işlenen suçlara ve şehre yapılan müdahalelere dair bir ‘suç hattı’ ya da olay yeri incelemesi çıkarıyor. Begüm Çalımlı da ses tasarımı ve kolajlarıyla bu suç hatlarının çıkardığı ya da gizlediği sesleri bir araya getiriyor: suçun ve gündelik şiddetin işitsel kaydı.
Bu hatlar aslında dünyada başka şehirlerde benzer strateji ve yöntemlerle ilerliyor. Bu sergide görülen işleri saldırgan inşaat faaliyetleri ve devlet suçlarının bir anatomisi olarak izleyebilir, okuyabilir ve dinleyebilirsiniz. Benzer suç hatlarının enternasyonal anlamda dünyanın başka yerlerinde görülmesine karşı yine enternasyonal bir oluşum ve tartışmanın başlangıcı olarak da düşünebilirsiniz bu sergiyi. Suç hatları her yerde olabilir ama bunu gören ve buna müdahale etmek isteyenler de her yerde. (Ahmet Ergenç)
Kent, mimarlık ve suç üzerine – Murat Germen
Bina dikmeyi (İngilizcesi ile “erect a building”) hayli eril bir eylem olarak algıladım hep. Sürekli sermayeye hizmet ederek, hiç ısınamadığım bina tipleri tasarlamak zorunda kalmaktan dolayı mimarlıktan vazgeçmeden önce, İstanbul’daki bir mimarlık ofisinde toplantıya gittiğimi hatırlıyorum. O sıralar gökdelenler çok yaygın değildi kadim kentte. Ofisin ortaklarından birisi bir bankanın gökdelen siparişi verdiğinden bahsediyordu ve işlevsel gereksinimlerden tümüyle bağımsız olarak “en uzun” binayı talep ettikleri ortaya çıktı. Mimar da dirseğini masaya koyup kolunu yukarı doğru dikerek “biz de dikeceğiz tabi nah böyle!” dedi. Bu ve buna benzer eril erk yaklaşımları mimar olarak hayatıma devam etme hevesimi çok kaçırmıştı.
Mimarlık her zaman gücün yanında olmuş. Yunan, Roma İmparatorlukları ve benzeri güçlü konumdaki uygarlıklar; yöneten sınıfın varlığını, gücünü, gerektiğinde ne derece ezici olabileceğinin ipuçlarını veren ve şaşaa, azamet gibi olguları yansıtan mimarlıklar inşa etmişler. Yönetici kesiminin insanlık tarihi boyunca hiç bitmemiş ve hâlâ devam eden buyurganlığını faşizm düzeyine çıkartan Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası, Franco İspanyası, Pinochet Şilisi, Çavuşesku Romanyası vb. diktatöryel baskıcı rejimlerin; mimarlığı ve mimarları, üstünlük taslayan ve halkı ihtişam üzerinden sindirmeyi amaçlayan eserler ürettirerek suistimal ettiğini söylemek olası. Bernard Tschumi “Architecture and Its Double” adlı kitabının 115. sayfasında Georges Bataille’ın “mimarlık suç mahallini anıtlar ile örter” dediğini söyler. İlaveten, sömürgeci İngiliz imparatorluğunun 20. yüzyıldaki tartışmalı siyasetçilerinden Winston Churchill 1924’te Londra’da bir törende söyledikleri ile yukarıda dikkat çekilen konuları bir nevi teyit ediyor: “Mimarinin ve yapının insan karakteri ve eylemlerine etkisi yadsınamaz. Binalarımızı yaparız ve sonra onlar, […] hayatımızın seyrini düzenler.”
Suç ancak örgütlü bir şekilde işlenebiliyor, bireysel suçların olumsuz sonuçları bireysel zararlar verirken örgütlü suçlar tüm ülkeye, topluma zarar veriyor. Bu örgütlenme şebeke, çete, yerel ve küresel örgü gibi çeşitli yapılanma formatları ile şekilleniyor. Şebeke, çete deyince akla ille de tipik ürkütücü zalim suçlu profilleri gelmesin. Kişisel bilgilerimizi toplayan ve bunları bizden izinsiz sermaye gruplarına satarak küresel değerlerini katlayan sosyal medya ve arama motoru şirketleri de şebekenin ta kendisi! Şebekelerin hiyerarşik ve modüler yapıları oluyor. Çünkü organize suç tek atımlık planlanmıyor, gidebildiği kadar uzun bir süre içerisinde tekrarlanabilmesi amaçlanıyor. Bu da örgü (grid), örüntü (pattern), matris (matrix) kavramlarının kent inşası, mimarlık eylemi ve suç icrasında ne derece merkezde yer aldığına işaret ediyor. Şehir plancısı Jill L. Grant, şehir planlamanın yaygın yöntemlerinden biri olan ızgara sistemini farklı bir bakışla ele aldığı “Izgara sisteminin karanlık yanı: Güç ve şehir tasarımı” başlıklı makalesinde tarihteki bazı rejimlerin toprakları üzerindeki güçlerini tekelleştirmek için ızgara sistemini kullandığını iddia ediyor.
Güçlü konumdaysanız, yani büyük biraderseniz, gerçekleştirdiğiniz suç niteliğindeki zulüm hamasi vatan millet söylevleri ile örtülebilir. Azınlık ve/veya güçsüz konumda iseniz hakkınızı savunma eylemleriniz “suç” sınıfına sokulur ve baskılanır, engellenir. Gücü elinde bulunduranlar kentin rant potansiyeli olan bölgelerini yandaş emlak geliştiriciler ve müteahhitlere peşkeş çekerken küresel ölçekte hep aynı aygıtı kullanırlar: Suç! Alçak katlı konutlardan oluşan ve görece yoksul, imkanı az hemşehrilerin yaşadığı mahallelere suç zerk edilir. Uyuşturucu tacirleri ve azmettirilmiş tetikçi sabıkalı çeteler; dönüştürülmesi, soylulaştırılması arzu edilen mahalleleri suça boğup yaşanmaz hale getirirler. Sonrasında emlak geliştiriciler devreye girer, evleri kelepir fiyata satın alır, yüksek katlı yapılar dikerler, bu yapılardaki daireleri ise yıktıkları evlere ödedikleri bedellerin en az yirmi katına satarlar, mahalleli yeni dairelerden alamaz, kent çeperine gitmek zorunda kalır ve mahallenin demografisi değişir. Asıl suç mülksüzleştirmedir…
Dokunma! (2021)
Bu seri, kente dair işlenmiş suçların olay yeri incelemesi sırasında çekilen, delil sınıfına girecek fotografik belgelerden oluşan ve Emrah Kavlak ile işbirliği sonucu başkalaştırılan bir arşivsel külliyattan besleniyor. Fotoğraflar, tasarımcı Emrah Kavlak tarafından tasarlanan, uygulanan ve üçboyutlu dünyayı simüle eden bir dijital arayüze 6’lı setler olarak yükleniyor ve parametrik seçimler sonrasında çeşitli bakış açılarından yeni foto-kolajlar türetiliyor. Mevcut fotoğraflardan yeni görsellikler ve içerikler üretiliyor; diğer deyişle somut fotoğraflar soyut görselliklere dönüşüyor. Toplam 24 adet sayısal foto-kolajı içeren çalışma 2 satır ve 12 kolondan oluşan bir yerleştirme formatında sunuluyor. Seri ya kentsel, kültürel, mimari tahribatın boyutlarını ya da rant odaklı kentsel dönüşüm yüzünden mağdur durumdaki vatandaşların korumak istedikleri mahallelerinin duvarlarına yazdıkları protesto metinlerini öne çıkarıyor.
Don’t touch! (2021)
This is a digital artwork from a series called “Don’t touch!” created by uploading photographs to an online web browser interface implemented by Emrah Kavlak. The interface is comprised of the simulation of a 3D environment of cubes and 6 photos can be uploaded to be mapped on the 6 facets of these cubes. The number of cubes and their proportions, angles, distances, rotations are all customizable. Artist Murat Germen uploaded his documentary photos of urban crime scenes that took place in Turkey following a harsh and heritage damaging gentrification / over-urbanization process in the last decades and pushed the limits of the interface to create glitches that symbolically refer to the urban crimes.
Murat Germen
Dokunma! / Don’t touch! #01 – 24
C-Print, 63 x 36,75 cm, 2021.
(Fotoğraflar-ekran görüntüleri: Murat Germen; Arayüz tasarım-uygulama-kodlama: Emrah Kavlak; Ses tasarımı: Begüm Çalımlı, 02:11)
Zoom into panopticon! (2021)
This series of works focuses on the building titled “Presidio Modelo” (meaning model prison in Spanish) which perfectly combines the notion of big brother watching us with the urban and architectural crimes committed for the sake of profit-based over-urbanization and gentrification. This penitentiary, in which Fidel and his brother Raúl Castro were kept as prisoners by the dictator Fulgencio Batista regime in between the years of 1953-1955 during the revolution struggle, is built on the Isla de la Juventud (Youth Island) —old name is Isla de Pinos (Pine Island)—. The circular building with a watch tower right in the middle offers a very suitable surveillance environment with only a few guards in the beacon-like tower, as all the cells in the internal periphery are totally exposed with no doors, walls and therefore no privacy.
Jeremy Bentham; an English philosopher, jurist, and social reformer who conceived this jailhouse model in 1785 called this format “panopticon”. Artist Murat Germen, with game designer Haluk Diriker and sound designer Hakan Diriker turned the concept of panopticon into a modern-day universe of confinement and imprisonment. The work series has three different dimensions including a 05:38 animation video, 20 prints of still renders from within the Unreal Engine environment that Haluk Diriker created, in addition to a a laser-cut model as sculptural installation.
The cells that look towards the watch tower at the internal perimeter accommodate screen shots taken during the compulsory online meetings (Zoom, Meet, Skype, Teams, etc.) that took place since the hit of the Covid-19 pandemic. The faces of these meetings’ participants are censored in order to avoid model release rights problems and this “veil” applied on the faces also refers to the masks we had/have to wear during the pandemic. The idea of placing screen shots into the panopticon cells as a big matrix of loggias reminiscent of the memory theater concept, also refers to Wachowski Brothers’ cult movie “Matrix” that Germen sees as the most significant sci-fi movie ever. The B&W postbox photos at the external perimeter of the circular building make a reference to the fact the codes assigned to us are more immediate than our family names.
Panoptikon’a Zoom’la! (2021)
Bu seri rant odaklı mutenalaştırma, aşırı kentleşmeyi içeren kent, suç ve mimari kavramlarını; büyük biraderin bizi durmaksızın gözetliyor olması olgusu ile mükemmel bir şekilde birleştiren Presidio Modelo (İspanyolca “Model Hapishane”) adlı yapıyı merkeze alıyor. 1953-1955 yılları arasında, devrim mücadelesi sırasında Fidel ve kardeşi Raúl Castro’nun tutsak olarak hapsedildiği, Küba’daki Isla de Pinos (Çamlı Ada) şimdiki adıyla da Isla de la Juventud (Gençlik Adası) üzerinde inşa edilmiş, dairevi bir hücre dağılım planına sahip bu yapı; dairenin tam merkez noktasına konulan silindirik bir gözetleme kulesi ile çok az sayıda gardiyanla gözetlenebilecek bir mimari sunuyor. İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham 1785’de tasarlamış olduğu bu hapishane mimarisi modelini panoptikon olarak adlandırıyor. Sanatçı ve bu eserde işbirliği yaptığı oyun tasarımcısı Haluk Diriker ile ses tasarımcısı Hakan Diriker Presidio Modelo’yu, lazer kesimli maket-heykel-yerleştirme olarak da sergilenen, basitleştirilmiş bir üçboyutlu mahpusluk evrenine dönüştürüyorlar. Sergide maket dışında, 05:38’lik bir video ve modelin farklı konumlarından alınan 20 adet durağan görüntü baskı olarak görülebilecek.
Yapının iç çeperinde yer alan ve içteki gözetleme kulesine doğru bakan hücreler; Germen’in küresel salgın sırasında konuşmacı ve/veya dinleyici olarak katıldığı çevrimiçi toplantılarda (Zoom, Meet, Skype, Teams, vb.) ekran görüntülerini aldığı ve telif hakları / kişisel veri mahremiyeti ihlalinden kaçınmak için yüzleri tanınmaz hale getirdiği bireysel profil görsellerini barındırıyor. Ekran görüntülerinin bir hafıza tiyatrosuymuşcasına matris formatında düzenlemesi; Wachowski biraderlerin, Germen’in şimdiye kadar yapılmış belki de en anlamlı bilim kurgu filmi olarak gördüğü, Matrix’ine işaret ediyor. Mehmet Ali Boran’ın Matrix’deki ajan robot böceği tasvir eden heykeli ise bu referansı iyice güçlendiriyor.
Germen ve Diriker, üçboyutlu modelin içindeki bir animasyon patikasıyla büyük biraderi temsilen dikte ettikleri, gittikçe hızlanan ve sonunda merkezkaça bağlanan bir devinim videosu ürettiler. Her ne kadar bu toplantılarda, cihaz kameraları üzerinden sadece birbirimizi gördüğümüzü ve oturuma şifre koyarak bu toplantıyı gizlileştirdiğimizi varsaysak da; bu toplantıların merkez sunucuya iznimiz olmadan kaydedilmediğine dair hiç bir güvencemiz yok! Yeni emperyalizm kişisel veri madenciliğidir, merkezkaçın girdap etkisi bireylere basınç uygular ve silikleştirir!
Murat Germen
Zoom into Panopticon / Panoptikon’a Zoom’la #01 – 20 C-Print, 63 x 36,75 cm, 2021.
(Konsept: Murat Germen; Oyun tasarımı: Haluk Diriker)
Murat Germen
Zoom into Panopticon / Panoptikon’a Zoom’la
Video, 05:38, 2021
(Konsept: Murat Germen; Oyun tasarımı-video üretimi: Haluk Diriker; Ses tasarımı: Hakan Diriker)
Murat Germen
Zoom into Panopticon / Panoptikon’a Zoom’la
Lazer kesim maket, 2021.
(Konsept: Murat Germen, Üretim: Zafer Çömlekçi)